‘’Hiçbir ses savaşın sesinden yüksek değil’’ bu cümle 1967’de Arapların yenilgisinden sonra Cemal Abdülnasır’ın bir söylemidir. Arapları Haziran yenilgisine uğratan gerçekliği eleştiriye veya yeniden gözden geçirmeye kalkan kültürel ve entelektüel her eylemi susturmak amacı ile bu söylemi halk arasında yaydılar.

Bu yüzden sloganlara dayanamayan akıl ve mantık üzerine inşa edilen her fikir ve eylem dışlanma ve nefret ile karşılandı. Yara derindi, mağlubiyet acı vericiydi, bu mağlubiyetin sonuç ve etkileri tüm alanlarda göze çarpıyordu. Bu yara yarım asrı aşan uzun yıllar süren narsistik, iyileşemez ve kalıcı bir yaradır. Bu haziran ayı 54. yıl dönümüdür.

Diğer tarafta bu mağlubiyetten sonra yaşanan gerçeklikte hoş karşılanan ve desteklenen başka sesler vardı. Bu sesler tüm entelektüel, siyasi ve hatta sanatsal alanlarda yarayı yumuşatan ve iltihabını iyileştiren bir doz olarak yerini aldı.

Öylece Her ayrıntı ve fikir içinde ‘’silah tetikte’’ kaldı, farklı oranlarla olsa da, tüm edebiyat bu savaşçı ve militarist zihniyetinin tutsağı oldu. Abdul Halim’in 1968’de ‘’Silah tetikten Kalsın’’ adıyla yayınladığı şarkı, savaş sesine yanıt veren ilk sanat eserlerinden birisiydi.  Şarkının sanatsal kalitesizliği, anlam ve melodi açısından zayıf olmasına rağmen Haziran yenilgisini tatmış olan ve sonra da peş peşe daha acı veren yenilgilere uğrayacak olan halkın hafızasında canlı kaldı.

Bu durumun nedeniyle silah kutsallaştırılması, savaş yüceltilmesine dayanan bir sahne ortaya çıktı. Aslında bölgemiz tarihinde imparatorluk ve sultanlık bir miras ve bu miras Arap insanlarının yapısında sağlam bir yere sahiptir. Bakarsak bahsi geçen bu tarih günümüze kadar aramızda öyle bariz şekilde canlı duruyor ki bu tarihin geçmişten gelen olaylardan ibaret olduğunu unutup içinde yaşadık.

Bu geçmişi trajedik şekilde hayatımıza çağırıyoruz, çünkü onunla çelişenleri inanmaya gücümüz yok. Savaş ve silahı kutsallaştırma yanlısı olan sürünün dışında cıvıldayan sesler aslında yenilgiden sonraki sahne ve gerçekliği gözden geçirmeye ve incelemeye ‘’rahatsız edici’’ bir davettir. George Tarabişi, (Demokrasi, Laiklik, Modernizem ve Arap direnişine dair; Heretikler) adıyla yayınlanan kitabında bu narsistik ve antropolojik yarayı analize etti.

Bu gerçekçi olan seslerin karşısında bahsettiğimiz gibi yarayı yumuşatan sesler vardı. Ancak bu sesler, yarayı iyileşmede yardımcı olamadı. Tam tersine daha acı verici yaralar açılmasına neden oldu.

Abdülnasır’ın Mısır’ı, Baas’ın Irak ve Suriye’si, Filistin Direniş Grupları, Lübnan’daki İslami Direniş ve bu fezada büyük sayıda parti ve akımlar tarafından silah sesi her sesten yüksek tutuldu, bu yaklaşım şekli yarım asır boyunca fezaya ait siyasi hitaplar, uluslararası ilişkiler ve toplumsal krizlerde bile fark ediliyordu.

Geçtiğimiz günlerde Gazze’de yaşanan durum ve çatışma içinde silah ve savaş sesi pasif direnişten daha etkili olduğuna şahit olduk. ‘’Direniş zaferleri’’ ile kafası dumanlı olan Lübnan’da Hizbullah, silah gücüyle etkisinden kurtulmaya çalışan elleri kesiyor.

Aynı yönde, Suriye rejiminin direnişi de var. Bu rejimin elde ettiği ‘’zaferler’’ çok garip ve enteresan. Başlangıçta değişim ve özgürlüğü istendiği için bir ülke harap edildi, milyonlarca insan yerinden oldu ve öldürüldü.

Silahlı Suriye muhalefetine gelirsek, silah kutsallığının başak hikayesi vardır. Bu hikâyeyi incelemeye çalışanlar kendileri Devrimsel mahkemelerde bulabilir, vatanseverlik konusunda suçluluk dahil olmak üzere birçok tehlikelerle karşılaşabilirler.

Suriye’de Devrimin destekçileri büyük oranda silahlanmayı ret ettiler ancak protestocuları güvenlik güçlerinden korumak ve sivil toplum hareketine destek sağlamak amacıyla silaha geçildi. Bu adım atıldığı ilk zamanda ulusal bir ordu teşkil etmek için silahlandırma sadece rejim ordusundan firari olan asker ve subaylarla sınırlandırıldı.

Ancak kısa bir süre sonra bu girişim kapsamlı şekilde dışlanmayla karşı karşıya kaldı. O dönemde durumun içinde olan aktivistlere göre; İslamlaştırma çağrılarına boyun eğmeyen ve cihatçı İslam fraksiyonlara katılmayı kabul etmeyenler suikastlara maruz kaldı.

Türkiye’de ikamet eden ve tuğgeneral rütbesine sahip olan Suriyeli bir subaya göre; çoğu Türkiye’de bulunan 6500’den fazla subay Suriye’de yaşanan askeri çatışmalardan uzaklaştırıldı. Dolasıyla arena askeri tekniklerde tecrübesiz olan İslami cihatçıların tarafından kontrol edildi. Böylece ülke ve halkın kaderi savaşın sesi her sesten yüksek tutulan ve silahı uyanık bırakan İslami cihatçıların elline geçti.

Durumu yeniden inceleme ve değerlendirmeye davet edenleri ihanetle ve devrimcileri şeytanlaştırmaya çalışmakla suçlayanlara ve onları devrimin sırtındaki hançer olarak görenlere bir sorumuz var; Suriye devriminde silahlandırmanın amacı neydi? Silah fikri sadece silahsız insanları korumak için değil miydi? Siyasette ellinde silah olanların sesi diğer siyasetçilerin sesinde daha mı yüksek? Devrimin yoldan çıkarılmasından sonra, İslamlaştırılmaya başlandığı zaman silahın gücünden ziyade Allah’ın emrini gerçekleştirilmesi bahanesiyle yeni bir güç kaynağı kazandılar.

 Dolasıyla yaşadığımız bu trajedik kader ve sonuçlarından sonra söz, düşünce ve kalemden başka silahı olmayanları, devrim boyunca haksızca uzaklaştırılanlara yer açma zamanı gelmedi mi? Çünkü güç fikirleri demokrasi ve özgürlük uyuşmayan öncelikleri asker ve silah olanlara ellinde kalmıştır.

Yoksa biz bu narsis yaramızı izlemekle, ‘’hiçbir ses savaş sesinden yüksek değil’’ ve ‘’silah tetikte kalsın’’ sahnelerine mi mahkumuz?


هل أعجبك المحتوى وتريد المزيد منه يصل إلى صندوق بريدك الإلكتروني بشكلٍ دوري؟
انضم إلى قائمة من يقدّرون محتوى الحل نت واشترك بنشرتنا البريدية.